# taz.de -- Türkiye'de yargı sistemi: Hukuka inancını yitiren hukukçular
       
       > Türkiye'deki hukuk sisteminin 17 yıllık AKP iktidarı ile birlikte geldiği
       > noktayı, öğrenci, avukat, akademisyen ve yargıçlardan dinledik.
       
 (IMG) Bild: Türkiye, hukukun daha önce hiç görülmediği ölçüde araçsallaştığına tanık oldu
       
       Gönül Gören 2014 yılında hukuk fakültesinde okumaya başladı. Kısa süre
       içinde hukuk fakültelerinin öğrencilere bir nitelik katmadan diploma
       dağıtan kurumlar olduğunu fark etti. Fakültede geçirdiği süre boyunca,
       okulda öğrendiklerini kendi politik bakış açısıyla bir araya getirmenin ve
       geleceğini bu şekilde kurmanın yollarını arayan Gören'in hayatı, 2018
       yılının Nisan ayında değişti. Dördüncü sınıfın finallerine hazırlanırken
       gerçekleştirilen bir gece operasyonu ile gözaltına alınan Gören, sonraki
       bir yılı cezaevinde geçirdi. Gerekçe, 2013-2014 yılları arasında, henüz 18
       yaşından küçük bir lise öğrencisiyken katıldığı izinli gösteriler ve sosyal
       medyada yaptığı paylaşımlardı.
       
       Gören koğuşta mesleki faaliyetleri yüzünden içeri alınmış avukatlar ile
       birlikte kaldığını anlatıyor. Bir yıl boyunca 60'a yakın kişinin koğuşa
       gelip gittiğini ifade ediyor: „Tutukluların iddianamelerini okudukça
       bunların hukuki belgeler değil, çaresizlikle 1-2 saat içinde hazırlanmış
       kağıtlar olduğunu farkettim.“ Gören mahkemeye çıktığında ise savunmaların
       mahkeme kararlarını tesir etmediğini, kararın çoktan verildiği hissine
       kapılıyor. Buna rağmen tutukluluğu boyunca kalan derslerinin sınavlarına
       cezaevindeyken giriyor. Şimdi yeni mezun bir hukukçu olarak avukatlık
       stajına başlamak üzere ancak hakkında hala devam eden dava yüzünden
       baro'nun kendisine avukatlık ruhsatı verip vermeyeceği de belli değil:
       „Artık bu durumun bireysel avukatlık çabalarıyla aşılamayacağını
       biliyorum.“
       
       ## 1,500'den fazla avukat yargılanıyor
       
       Türkiye'de hukuk fakültesi mezunu kişi sayısı son on yılda yüzde 70
       oranında artmış olsa da bu oran, nitelikteki bir artışa işaret etmiyor.
       Ülke genelinde bulunan 79 hukuk fakültesi, yeterli sayıda öğretim
       elemanından yoksun bir halde yılda toplam 16 bin öğrenci kabul ediyor.
       Çoğunda devam zorunluluğunun bulunmadığı bu fakültelerde öğrenciler,
       fotokopicilerden aldıkları ders notlarıyla sadece sınav zamanları okula
       gidip mezun oluyorlar. Hukuka dair idealleri olan öğrenciler ise
       öğrencilikteki ilk birkaç yılın ardından hayal kırıklığına uğrayıp mevcut
       akışa adapte oluyorlar.
       
       Mezun olup ruhsatını alan avukatlar içinse durum pek farklı değil. Türkiye
       Barolar Birliği'nin verilerine göre Türkiye'de 116 bin avukat var. Zira 116
       bin avukatın geçimlerini sağlamak için piyasa koşullarında birbiri ile
       yarıştığı, pek çok avukatın düşük ücretlerle maaşlı çalıştığı bir tabloda,
       avukatların hukukçuluğa ilkesel bir zeminden bakıp bunu bir kimlik olarak
       sahiplenmelerini beklemek kolay değil. Bunun yanı sıra Human Rights
       Watch'un verilerine göre Türkiye'de çoğu mesleki faaliyetlerle ilgili olmak
       üzere halihazırda 1500'ün üzerinde avukat yargılanıyor.
       
       ## Türkiye'de avukatlık yerine Londra'da pizzacılık
       
       İsmini vermek istemeyen ve İstanbul'da sekiz yıldan beri avukatlık yapan 31
       yaşındaki bir (kadın) hukukçu, hukuk sisteminin işlerliğine olan inancını
       daha üniversite son sınıftayken kaybettiğini, meslekte geçirdiği her geçen
       günde ise bu karamsarlığa daha çok teslim olduğunu anlatıyor. Daha
       öğrencilik yıllarında iken hakim atamalarında çeşitli grup ve cemaatlerden
       torpili olan kişilerin tercih edildiğine tanık olan avukat, siyasi yapıdaki
       değişmelerin işleyişi değiştirmediğini söylüyor: “O günden bu yana
       Türkiye’de değişen tek şey referanslar oldu. O dönemde yargıdaki tüm
       kurumlarda FETÖ egemen iken, cemaatin tasfiyesi ile mevcut iktidar
       aktörleri egemen oldu.“
       
       Mevcut durumda iktidar yanlısı olmayan herhangi bir birey için hukuk
       güvenliği kalmadığını belirten bu avukata göre Türkiye'deki hukuk sistemi,
       iktidardan destek alabilen herkes için meşru olmayan durumları
       meşrulaştırma aracı haline dönüşmüş durumda: „Mesleğe ve hukuka inancını
       yitiren biz avukatlar, iktidara sırtını dayayarak hakim olan kişilerin
       vermiş olduğu yanlış kararlardan dolayı her geçen gün daha da yıpranmakta
       hatta özgüvenimizi yitirmekteyiz. Birçoğumuzun Türkiye’de avukatlık yapmak
       yerine Londra’da pizzacılık, ABD’de kuryelik, Amsterdam’da garsonluk yapmak
       gibi gelecek planları olduğunu üzülerek belirtiyorum.“
       
       ## Geriye kalan: Pragmatizm ve politik baskı
       
       Hukuk Fakültesinde 10 yıl Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi dersi anlattıktan
       sonra KHK ile işinden atılan akademisyen Ceren Akçabay, mevcut durumu
       hukukçunun hukukla kurduğu bağın zayıflamasıyla açıklıyor: „İktidarın
       hukuki meşruluk gibi bir kaygısı kalmadığında, hukukçular kendi rollerini
       reddettiğinde ve yargısal bağımsızlık ve tarafsızlık gibi kavramlardan
       örülü zemin ayaklarının altından kaydığında geri kalan şey basit bir
       pragmatik bakış açısı ve bitmek bilmez bir politik baskıdır.“ Bu durumun
       toplumsal mücadele açısından hukukun nasıl kullanılabileceği sorusuna yeni
       yanıtlar aramayı gerekli kıldığını belirten Akçabay'a göre „Gölgesinden
       korkan hukukçular için yapılacak fazla bir şey yok.“
       
       Yargıçlar cephesinde de durum farklı değil. Pek çok yargıç Türkiye'de
       hukuk/siyaset ilişkisinin her zaman sorunlu olduğunu kendi deneyimlerinden
       biliyor. Ancak son yıllarda gerçekleşen erozyonun geçmişteki darbe
       dönemlerinde ya da tek parti iktidarlarında yaşananlardan farklı bir
       boyutta olduğunu belirtiyorlar. Otuz yıla yakın süre hakimlik yaptıktan
       sonra sürgün tehditleriyle baş başa kalan ve ardından mesleği bırakıp
       avukatlığa başlayan Yargıçlar Sendikası Eski Başkanı Mustafa Karadağ ise
       hakimlerin artık talimatla hareket eden birer memur haline geldiğinin
       altını çiziyor: „Yargı, iktidarın sopası işlevini görmeye başlarsa
       varılacak tek sonuç hakimlerin memurlaşmasıdır. Memurlaşan hakimin hukuku
       içselleştirmesi artık mümkün değildir. İçselleştirilen iktidarın
       bekasıdır.“
       
       Karadağ'a göre hakim ve savcıların yetiştirilme usülleri de sorunun
       kalbinde yatan önemli etmenlerden: „Türkiye’de yaklaşık 15 yıldır yargıç ve
       savcılar bizzat Adalet Bakanının emri altındaki Adalet Akademisi'nde siyasi
       iktidarın memuru olarak yetiştirilmektedir. Bu akademide akademisyenler
       yerine sağdan soldan devşirilen kişilerin tedrisatından geçmiş hukuk
       fakültesi mezunlarının bulunduğunu düşünürseniz, yargıç ve savcıların ne
       kadar kolay memurlaştırılabildiğini tahayyül edebilirsiniz.“
       
       ## „Kapanış seremonisine ihtiyaç var“
       
       Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Orhan Gazi Ertekin, hukuk sisteminin
       işleyişi açısından AKP öncesi dönemin göstermelik adalet ve yargı
       jargonunun bile ağza alınamayacak durumda olduğunu belirtiyor: „Hakim ve
       savcılar kendi misyonlarını günlük adalet nakaratları ile idare etmeye
       çalışırken aslında tümü korkunç gerçeğin farkındalar. Bir adaletsizliğin
       sorumlusu ve taşıyıcısı olduklarının da kaygılı bilgisine sahipler.“
       Türkiye Adliyesini bir tapınma merkezine benzeten Ertekin, bu seneki adli
       yıl açılış töreninin yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanlığı himayesinde
       gerçekleşmesinin altını şu şekilde çiziyor: „Mevcut haliyle Türkiye yargı
       sisteminin aslında bir kapanış seremonisine ihtiyacı var.“
       
       Sonuç olarak, 17 yıllık AKP iktidarının geldiği noktada Türkiye, hukukun
       daha önce hiç görülmediği ölçüde araçsallaştığına tanık oldu. Gerek Avrupa
       İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşınan davalar, gerekse İnsan Hakları Derneği
       gibi kurumlar tarafından hazırlanan raporlar ise doğrudan hukuk sistemi
       eliyle gerçekleştirilen ihlallerin git gide arttığını gösteriyor.
       Üniversitelerden barolara, adliyelerden yargıç kürsülerine kadar uzanan bir
       döngü içerisinde, hukukun ilkelerine inanmayan ve onu siyasetin aracı yapan
       bir hukukçular rejimi, o zeminde yer alan tüm aktörlerin inançsızlığını
       pekiştiriyor.
       
       Ortaya çıkan bu tabloda, devletin hukuka uygun davranmasının nihai
       güvencesinin yasa değil, o yasayı uygulayacak ve hukuk sistemini işletecek
       olan kişilerin, siyasetin kendilerine biçtiği rolü reddedebilmeleri olduğu
       görülüyor. Bu noktada Gönül Gören'in sözleri hukuk sisteminin aktörlerine
       bir çağrı niteliğinde: „Zaman zaman umutsuzluğa sürükleniyorum. Ancak hala
       o ruhsatı almayı ve avukatlık yapmayı çok istiyorum. Genç hukukçular olarak
       inanmaya çok ihtiyacımız var. Hala hukukun üstünlüğüne inanan baroların,
       birleşik hukuk mücadelesiyle bir şeyleri değiştirebileceğine inanıyorum.„
       
       17 Sep 2019
       
       ## AUTOREN
       
 (DIR) Eren Paydaş
       
       ## TAGS
       
 (DIR) taz.gazete
 (DIR) Toplum
 (DIR) Özgürlükler
 (DIR) taz.gazete
       
       ## ARTIKEL ZUM THEMA