# taz.de -- İstanbul Havalimanı Dosyası: Yeni İstanbul'un köyleri
       
       > İstanbul Havalimanı'nın açılmasıyla yakın köylerdeki ekolojik denge
       > değişiyor. Doğa tahribatıyla hayvancılık imkansızlaşırken, ev ve arsa
       > kiraları da on katına fırladı.
       
 (IMG) Bild: Şehir büyüdükçe daha da ötelere sürülmüşler. Yabancısı oldukları bir “doğada“ çektikleri açlık yüzünden hırçınlaşmışlar.
       
       Taze asfaltın siyahı ve yeni trafik levhalarının parlaklığıyla göz alan
       otoyol, etrafını saran tıraşlanmış tepeleri dev bir yaratığın tırmığıyla
       ikiye bölmüş gibi. Kayaların oyulduğu, ağaçların kazındığı kimi yerler
       ürkütücü boz rengiyle “Burada hayat var mı?“ diye sorabileceğiniz başka bir
       gezegeni andırıyor. Yeni yapılan İstanbul Havalimanı, karşımızda tek bakışa
       sığmayacak bir uçsuz bucaksızlığa uzanıyor. Yüzde 81’i orman, yüzde 9’u göl
       ve göletler, yüzde 3’ü meradan oluşan bir alanın üzerine beton dökerek
       yapılan ve dünyanın en büyüğü olma iddiasını taşıyan havalimanına giden
       yolun kenarındaki bir metrelik refüje çam fideleri dikilmiş. Bu gezegene
       mahsus şakalardan biri.
       
       Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan havalimanının açılışında “Bu bir zafer
       anıtıdır!“ demişti. Üçüncü köprü, havalimanı, Kuzey Marmara Otoyolu ve
       Kanal İstanbul, AKP’nin siyasi ve iktisadi geleceğini, uluslararası şanını
       yasladığı zincirleme mega projelerden bazıları. Bu projeler bir yanıyla da
       AKP’nin tüm politikalarını ve zihniyetini cisimleştiren dev anıtlar
       gerçekten de.
       
       Havalimanına yakın köylerin bazılarının küçük meydanlarında, üzerinde
       “Köylü milletin efendisidir“ yazan Atatürk büstleri var. Ancak buralarda
       köy hayatına dair bir istikbal görünmüyor. Yassıören köyünde bir kahve, bir
       fırın, on tane de emlakçı var. Metrekare fiyatları 50 liradan 500 liraya
       fırlamış; 2000’e kadar da çıkabileceği konuşuluyor. Muhtar Abdülkadir Atay,
       90’lardan itibaren toprağını elden çıkaranlarla birikte köyde bir çözülme
       başladığını, bundan sonra köyün yeni İstanbul’un parçası olacağını
       söylüyor.
       
       Oysa şimdiye kadar merkezde işi olan “İstanbul’a gidiyorum“ diyordu,
       İstanbul uzaktaydı. Atay, mera kalmadığından hayvanlarını otlamaya
       çıkaramasa da hâlâ hayvancılık yapıyor. Sulak alan gerektiren mandacılık
       bölgede neredeyse bitmiş. Darülaceze’nin yakına taşınacağını, etrafa çok
       katlı binaların yapılacağını duymuşlar. Atay, çocukluğunun köyünü
       kaybetmenin hüznüyle, üç buçuk yaşındaki ikiz kızlarının şehir hayatı
       yaşayacak olmalarının gururunu aynı cümlelere sığdırabiliyor. Bu ikili ruh
       haline çevrede sık rastlanıyor.
       
       ## Dakikada 14 hafriyat kamyonu
       
       Köy yolları arasında, hatta otoyolun kıyısında koşuşturan onlarca köpek
       görmek tuhaf bir manzara. Kulaklarında aşılandıklarını gösteren küpeler
       var. Farklı belediyelerin kamyonlara doldurup şehrin dışına bıraktığı sokak
       köpekleri oldukları anlaşılıyor. Bir kısmı da hevesle eve alınıp birkaç ay
       sonra sorumsuzca sokağa bırakılanlar. Şehir büyüdükçe daha da ötelere
       sürülmüşler. Yabancısı oldukları bir “doğada“ çektikleri açlık yüzünden
       hırçınlaşmışlar. Kiminle konuşsak, konu sohbeti bölen hafriyat kamyonlarına
       geliyor: “Bu da bir şey mi?“ diyorlar. Kahvede otururken dakikada 14 kamyon
       geçtiğini sayan var.
       
       Havalimanının denizle buluştuğu kuzey ucuna doğru gidiyoruz. Az ötemizde
       bir süre öncesine kadar Kulakçayır gölünün, meşe, kocayemiş, gürgen dolu
       bir ormanın olduğunu bilmek kadar, bastığımız tepenin pek yakında bir villa
       bahçesi ya da şık bir restoran olacağını hayal etmek de kötü ediyor insanı.
       Uzakta hafriyat kamyonları çalışan böcekler gibi görünüyor. Su kıyısı artık
       balık yaşamına el vermeyecek kadar bulanık. Yakınlarda evi olan Güven
       Aydoğan “Her şey süper, AKP’nin en iyi icraatı.“ diyor. Yüzünden,
       söylediklerinde istihza olup olmadığını, bir gazeteciyle konuştuğu için
       temkinli davranıp davranmadığını anlamak zor. “Ekolojik denge ayrı konu“
       diyor ve artık tavuklarını gezdirecek yer kalmadığından yakınıyor.
       Aydoğan’ın yerlisi olduğu Yeniköy, yapıldığı takdirde Kanal İstanbul ve
       havalimanının arasında kalacak. Yeni İstanbul Yeniköy’ü yutacak.
       
       ## Havalimanının sarı yeleklileri
       
       Bulgar göçmeni olan Suzan Taşlıtepe’nin Durusu Köyü’nde yer alan 14 yıllık
       lokantası öğle vakti tıklım tıklım dolu. Havalimanı inşaatından sarı
       yelekli birkaç formen içeri girdiğinde “Bak Paris’te sarı yelekliler neler
       yapıyor, burada kalkışın da bakalım başınıza ne geliyor?“ diyor gülerek. Bu
       işçiler de çevre köylerden. Binlerce işçinin “Köle değiliz!“ diyerek
       tahtakurularıyla uyumaya, ağır çalışma koşullarına isyan ettiği gün onlar
       da destek vermiş, gaz yemişler. “Eskiden buralarda küçükbaş hayvancılık
       yapılırdı, artık çok küçükbaş hayvan var, tahtakurusu.“ diyor biri şakaya
       vurarak. Bir zamanlar mangala sazanları atıp içki içtikleri yerin tam
       üzerinde yer alan şantiyede çalışıyorlar. Öğle molasının verdiği hafiflik
       ile yaşananların ciddiyeti, bulutlu bir gün gibi masayı bir aydınlatıyor,
       bir karartıyor.
       
       Lokantanın sahibi Suzan Hanım inşaatla işlerinin arttığını söylese de “Ne
       yalan söyleyeyim, bu kadar çok insanın varlığından korkuyorum.“ diyor.
       Artık olmayan ormandaki neşeli piknikleri, mantar toplamaya çıktığı
       yürüyüşlerini içi acıyarak anlatıyor: “Kış geldi ama tek lokma kar yağmadı,
       leyleklerimiz bile gelmedi bu sene.“
       
       Aynı köyde emlakçılık yapan Uğur Erat, henüz tüm alanların imara
       açılmadığını, bazı arazi sahiplerinin şimdilik sadece satış vaadi
       sözleşmesi yaptığını anlatıyor. Herkesin birden “emlakçı kesilmesinden“
       şikayetçi. “Her şey Allah’tan.“ diyor. Kendi arazileri de var. Tam
       konuşurken gözü yanmaya başlıyor, bir süredir böyleymiş. “Hafriyat tozundan
       mı?“ diye sorunca bu bağı ilk kez kuruyor; toz yüzünden balkon yıkamaktan
       usandığını, yakınlarda kanserden ölen annesini aylarca dışarı
       çıkaramadığını anlatıyor.
       
       ## “Artık apokaliptik boyuttayız“
       
       Mimar Sinan Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde öğretim üyesi
       Aslı Odman, bölgenin dramatik dönüşümünün her safhasına şahit olmuş.
       İstanbul Boğazı’na 1973’te kurulan ilk köprüyle eski şehrin 1/3’lük
       diliminin büyüyüşünü, 1986’da ikinci köprüyle açılan yeni 1/3’lük katmanı
       ve bu son hamleyle dayanılan sınırı anlatıyor: “Bu son üçte birin etkisi
       matematiksel etkisinden büyük, çünkü kentin son ormanları. Artık
       apokaliptik boyuttayız. Kanal İstanbul da yapıldığında, Marmara’yı
       getireceği hal, kentin baskın kuzey rüzgârının kesilmesi, merkezi besleyen
       su sisteminin bozulması, zeminden dolayı göçük ihtimalleri, olası depremde
       yaşanacaklar ile milyonlarca yıllık dengenin bozulmasının neye mal
       olacağını kimse tam öngöremiyor. Çocuklarımız ne yazık ki yaşayarak
       görecek.“
       
       Ağaçlı köyünden Cenk Çalışır, üç yıldır bu mega projelere karşı mücadele
       yürüten Kuzey Ormanları Savunması içinde. Çevresinde çok ağaç kesilen,
       dibine taş ocağı, dinamit depoları açılan köyü havalimanına 19 km uzakta
       olmasına rağmen istimlak kararı çıkmış. TOKİ evler yapacakmış. Köyün
       yarısından azı ayrı ayrı davalar açmış. “Kaybettik!“ diyor öfkeyle. Şimdi
       4-5 aile dosyayı AİHM’e taşıyorlar. Piyango çıkmış gibi davranıp sonra
       hakikati görünce, “Erdoğan’ın kesin haberi yoktur“ diyen, hukuki mücadelede
       onları yalnız bırakan hemşehrilerine de küskün. İnşaatın başından beri
       hukukun, iktidar ve sermaye lehine işlemesi derin bir çaresizlik yaratmış
       çok kişide.
       
       Yıllardır İstanbul’un dönüşümü üzerine çalışan sosyolog Jean-François
       Pérouse, başarı ölçütünün büyüklüğe ve hıza dayandığını, “çılgın“ kentsel
       yayılma anlayışının 2012’den sonra ölçek büyüttüğünü söylüyor. İstanbul
       uluslararası bir ürüne, siyasi bir vitrin malzemesine dönerken insani,
       çevresel, kültürel kaynakların sorumsuzca heba edilişi kimliksiz ve
       belleksiz bir kent yaratıyor ona göre. “Bu meydan okuyuşta döneme özgü
       sembolik bir şiddet, fetih zihniyetinin yeni bir ifadesi var. Kaynaklar
       kısırlaştırılırken bunu kimsenin sorgulamaması bekleniyor. Çevre köylerde
       bir yandan bir gurur, bir yandan da bir kayıp hissi görüyorsunuz.“ diyor.
       
       Pérouse’un fetih vurgusu boşuna değil. İnşaatı yürüten İGA geçtiğimiz yıl
       İstanbul’un “fethinin“ yıl dönümünde, Fatih Sultan Mehmet’in vaktiyle
       atıyla gezdiği ve şimdi mevcut olmayan ormanın üzerinde 1453 adet hafriyat
       kamyonuyla kutlama yapmıştı. Evet, yeni İstanbul Havalimanı bir fethin
       anıtı oldu. Ancak doğanın kaidelerini, böceğinden insanına kadar
       barındırdığı canlıların iradesini ve esenliğini kendi amacına kurban eden
       bir fetih bu.
       
       Bu yazı [1][İstanbul Havalimanı hakkında hazırlanan multimedya dosyasının]
       bir parçasıdır. Grafikler, videolar, röportajlar ve söyleşilerle
       İstanbul'un yeni havalimanını mercek altına alan taz.gazete, projenin
       insanlar, çevre ve ekonomi üzerindeki etkilerini araştırdı.
       
       15 Apr 2019
       
       ## LINKS
       
 (DIR) [1] https://gazete.taz.de/ist/tr/
       
       ## AUTOREN
       
 (DIR) Pınar Öğünç
       
       ## TAGS
       
 (DIR) taz.gazete
 (DIR) Toplum
 (DIR) Politika
 (DIR) taz.gazete
       
       ## ARTIKEL ZUM THEMA