# taz.de -- Kalanlar ve gidenler: Sürgün, korkaklık, kahramanlık
       
       > Tuhaf bir kafa karışıklığı var. Türkiye’den gitmiş olanların bir kısmı
       > dönmenin, kalanların ise bir kısmı gitmenin yollarını arıyor.
       
 (IMG) Bild: “Ne biz kahramanız ne de sen korkaksın“
       
       Birkaç yıl önce Viyana’da kaldığım otelin İranlı çalışanı, Humeyni
       devriminden hemen sonra ülkesinden nasıl ayrıldığını uzun uzadıya anlatmış,
       Avusturya’daki “medeniyete“ övgüler yağdırmış ve nihayet sözü yıllar sonra
       İran’a yaptığı ziyarete getirmişti. Tahran’a gidince tüm akrabaları
       etrafında toplanmış, kendi tabiriyle ona “uzaylı“ muamelesi yapmışlardı.
       Akrabalarının ilgisi karşısında epey mahcup olan “Viyanalı“ dönüp onlara
       “Bu ülkede yaşayabilme cesareti gösterdiğiniz için benim gözümde birer
       kahramansınız“ demiş. Bu sözünü gülümseyerek karşılayan amcası elini
       “Viyanalının“ omzuna koyup şöyle demiş: “Azizim, ne biz kahramanız ne de
       sen korkaksın. Bize kahraman diyerek tüm yükü sırtımıza yükleyemezsin. Sen
       İran’ı terk etmek zorunda kaldığın için mağdursun, biz de bu zalimlerin
       zulmünü çektiğimiz için mağduruz.“
       
       “Viyanalının“ bu yanıt karşısında yaşadığı karmaşanın benzerini son
       yıllarda politik nedenlerle Türkiye’yi terk edip Avrupa’ya sığınan pek çok
       insan da yaşıyor. Elbette Türkiye’nin son iki-üç yıllık OHAL rejiminde
       sayısız rejim karşıtı, her sabah evinin basılıp götürüleceği kaygısıyla,
       hapiste kullanabileceği kıyafetlerinin bulunduğu bavullarını kapılarının
       önünde hazır tutuyor. Fakat bavulunu hazırda tutanlar sadece Türkiye’deki
       muhalifler değil. Rejimin baskıcı uygulamalarına daha fazla dayanamayıp
       Avrupa ülkelerine sığınan bazı politik mültecilerin de 24 Haziran’ı
       ülkelerine dönüş bileti olarak gördüğünü, fakat AKP ve Erdoğan’ın
       kazanmasıyla bu hayallerinin suya düştüğünü duyuyoruz.
       
       Bununla beraber 25 Haziran itibariyle pek çok insanın ülkeyi terk etmenin
       yollarını aramaya koyulduğu da bir gerçek. Tuhaf bir kafa karışıklığı var.
       Türkiye’den gitmiş olanların bir kısmı dönmenin, kalanların da bir kısmı
       gitmenin yollarını arıyor. KHK ile üniversiteden uzaklaştırılan ve
       pasaportuna el konulan bir akademisyen görüşmemiz sırasında “Türkiye içinde
       her yere gidiyorum ama bir türlü hapishanedeymişim duygusundan
       kurtulamıyorum“ diyordu. Bir yıldır Paris’te yaşamak zorunda kalan bir
       akademisyen de aynı cümleyi tersten kuruyor: “Burada mültecilik duygusuna
       hapsolup kalmak istemiyorum.“
       
       ## Bir terapi yöntemi olarak bavul hazırlamak
       
       12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Türkiye'den ayrılan ve Avrupa'ya
       iltica eden bir arkadaşla birkaç yıl önce Berlin’deki bir barın önünde
       konuştuğumuzda, Almanya’ya geldikten sonra on yıl boyunca bavulunu hazırda
       tuttuğunu, her ay bavuldaki kıyafetlerini çıkarıp yıkadıktan sonra tekrar
       yerleştirdiğini anlatmıştı. Sigarasından derin bir nefes çekip devam
       etmişti: “Bir daha dönemeyeceğime inanmak istemiyordum. Bavulumu hazırlamak
       bana terapi gibi geliyordu. Uzun yıllar Almanca öğrenmeyi reddettim. Siyasi
       yasağım kalktıktan sonra aslında dönebileceğim bir ülkem olmadığını
       anladım. O yüzden ben artık ne buralıyım ne de oralı.“
       
       Türkiye’de Kürt sorununun çözüm sürecinin bitip çatışmaların tekrar
       başladığı dönemde, 11 Ocak 2016 tarihinde 1128 akademisyenin imzasıyla
       yayınlanan “Bu Suça Ortak Olmayacağız“ başlıklı bildirinin imzacısı olduğu
       için üniversiteden ihraç edilen ve Paris’teyken pasaportunun iptal
       edildiğini öğrenince ülkesine dönemeyen A.Y.’ye bu anekdotu aktarınca
       başıyla onaylıyor ve şöyle diyor: “Bizden yıllar önce Avrupa’ya gelmiş
       olanlarda çok enteresan bir algı farkettim. Çoğu açısından geldikleri 1980
       yılı ile 2018 yılı var sadece. Arası yok. Geçmişle şimdi arasında kısılıp
       kalmışlar.“
       
       Paris’teki bu tanıklığın da etkisiyle, her şeye rağmen ülkesine dönmek
       istediğini söyleyen A. Y. “geçmişle şimdi arasında, mültecilik duygusuna
       hapsolup kalmak istemiyorum“ diyor ve ekliyor: “Biz sadece mağdur değiliz,
       aynı zamanda bir mücadelenin de parçasıyız. O yüzden burada kalıcı olmayı
       reddediyorum. 'Yarın dönüyorum’ diyebileceğimi bilmek buraya katlanmamı da
       sağlıyor.“
       
       Uzun Skype görüşmemiz sırasında A.Y., yaşadığı politik sorunu kişisel
       hikâyelere indirgemeyi yanlış buluyor; “Türkiye’nin yaşanmaz bir ülke
       olduğunu söylemek, orada yaşayıp mücadele yürütenlere büyük bir haksızlık.
       Ayrıca Avrupa’ya bizimkinden çok daha zorunlu sebeplerden gelen, Türkiye’de
       olsa yıllarca hapis yatacak insanlara da bu haksızlığı yapmamalıyız.
       Buradakilerin Türkiye’ye ilişkin mağduriyet söylemi, mültecilik koşullarını
       olumlamayı da beraberinde getiriyor. Oysa burada da ciddi çelişkiler,
       sorunlar var.“
       
       ## Türkiye ve Avrupa'da radikal söylem
       
       Türkiye'de siyasi atmosfere göre her hafta artan veya azalan soruşturmalar,
       gözaltılar, tutuklamalar devletin sopası olarak sistematik bir biçimde
       kullanılıyor. Dolayısıyla Türkiye’deyken düşüncelerini, tepkilerini
       dillendiremeyen bazı insanlar, ancak yurtdışına taşındıktan sonra iktidara
       karşı “cesur“ tepkiler verebiliyor. Zira İçişleri Bakanlığı verilerine göre
       sadece 9-16 Temmuz tarihleri arasında, sosyal medya paylaşımları yüzünden
       266 kişi hakkında yasal işlem başlatıldı.
       
       Fakat A.Y. yurtdışına gittikten sonra Türkiye’deki iktidara yönelik
       eleştiri dilini “radikalleştirmeyi“ de doğru bulmuyor: “Buradaki radikal
       söylemle Türkiye’de mücadele yürütenleri sanki daha az radikalmiş, daha az
       cesurmuş gibi gösteriyoruz.“
       
       Bir süredir Almanya’da yaşamak zorunda kalan gazeteci Fehim Işık da
       A.Y.’nin bu tespitine katılıyor. Artı Gerçek isimli haber sitesinde
       yazarlık yapan Işık, “Türkiye’deyken daha direkt eleştiriler kaleme alıyor,
       televizyonlarda daha sert konuşmalar yapıyordum“ diyor. Fakat Almanya’ya
       gittikten sonra sert üslubunu yumuşattığını, çünkü Türkiye’deki
       meslektaşlarının önüne geçmeyi etik bulmadığını söylüyor.
       
       Işık, 24 Haziran’da AKP’nin galip gelmeyeceğini düşünüp ona göre ülkeye
       dönüş hazırlığı yapanlardan. “Geri dönüp mesleğimi yeniden Türkiye’de
       sürdürmeye kendimi şartlandırmıştım. Ne yazık ki bu mümkün olmadı. Anladım
       ki Türkiye ne olduğu belirsiz bir sisteme doğru koşar adım giderken ancak
       cezaevine girme kararı aldığım gün ülkeme dönebilirim. Bu, çok uzak bir
       ihtimal değil.“
       
       ## „Kimse kimsenin duygularını anlamıyor“
       
       Geçtiğimiz hafta, bir yıl önce açığa alındığı Dokuz Eylül
       Üniversitesi’ndeki görevinden KHK ile ihraç edilen siyaset bilimci Prof.
       Dr. Ayşen Uysal, pasaportu iptal edildiği için 13 aydır yurt dışına
       çıkamayan onbinlerce Türkiyeliden biri. Yıllarca Paris’te yaşayan, İsviçre,
       Lübnan, Meksika, Kanada, Arjantin’e ders veya konferans vermek için
       sıklıkla giden Uysal, bazı insanların yurt dışına çıkamamaktan yakınmasını
       „şımarıklık“ olarak gördüklerini söylüyor; „Fakat benim için Fransa’ya,
       hatta Yunanistan’a gidememek memleketime gidememek gibi bir şey. Burada
       hapis kalmak insanda kızgınlık, öfke gibi duygular yeşertiyor.“
       
       Türkiye’de kalan muhaliflerle yurt dışına çıkmış olanlar, hapislik
       duygusunda ortaklaşıyor. Aynı sebeplerle iktidarın hedefi haline gelen
       insanlar ne yazık ki yaşam koşulları yüzünden zaman zaman ayrı noktalara da
       sürükleyebiliyor.
       
       İsmini vermek istemeyen bir akademisyen ise yurt dışına yerleşmiş olan
       arkadaşlarının seyahat fotoğraflarını paylaşmalarına bile sinirlendiğini
       söylüyor; “Yabancı bir ülkede yaşamanın zorluklarını da biliyorum elbet,
       orası toz pembe bir cennet değil. Ama içlerinden bazılarının hem oraya
       gidip hem de sosyal medyadan bize 'Susuyorsunuz, mücadele etmiyorsunuz,
       seçim günü sandıkları koruyun’ diyerek ahkâm kesmelerine çok
       sinirleniyorum. Sanıyorum artık kimse kimsenin duygu durumunu anlamıyor ya
       da anlamak istemiyor. İhraç edilmeyenler ihraç edilenleri, yurtdışına
       seyahat edebilenler edemeyenleri, vs. anlamıyor. Devletin istediği tam da
       buydu sanırım.“
       
       Fakat muhalifleri baskı yoluyla sindirmeye, kimini yurtdışına çıkmaya
       zorlarken kimini de pasaportunu iptal ederek yurt içinde hapsetmeye çalışan
       devletin, istediğini tam olarak elde ettiğini söylemek için henüz erken.
       Çeşitli sorunlara, kırgınlıklara veya kopuşlara rağmen çok sayıda muhalif
       iktidarın koyduğu sınırları bir şekilde aşma mücadelesini de sürdürüyor.
       Buradan yurt dışındaki arkadaşına üç-beş kuruş para gönderen de var, oradan
       buraya ufak da olsa destek atan da. Yurtdışındaki arkadaşlarıyla ortak
       kitap yazanlar, internet üzerinden “rakı akşamları“ yapanlar ayrı
       “hapishanelerden“ birbirlerini ayakta tutmaya çalışıyor. Dolayısıyla ister
       istemez “Viyanalının“ amcasının sözünü tekrar etmek gerekiyor: “Ne biz
       kahramanız ne de sen korkaksın. Bize kahraman diyerek tüm yükü sırtımıza
       yükleyemezsin.“
       
       20 Jul 2018
       
       ## AUTOREN
       
 (DIR) İrfan Aktan
       
       ## TAGS
       
 (DIR) taz.gazete
 (DIR) Köşe yazısı
 (DIR) taz.gazete
       
       ## ARTIKEL ZUM THEMA