# taz.de -- Köşe- Oksijen Tüpü: “‚Atı alan Üsküdar’ı geçti‘ dedirtmemek için“
       
       > 2 yılı aşkın süredir tutuklu olan gazeteci Nedim Türfent, cezaevinden
       > yaklaşan seçimlerle ilgili bir yazı kaleme aldı. Aynı zamanda taz.gazete
       > okurlarına bir mektup yazdı.
       
 (IMG) Bild: Nedim Türfent'in mektubundan bir kesit
       
       En son yapılan, 1 Kasım 2015 parlamento seçimlerine kadar Cumhurbaşkanı ve
       AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın istediği Başkanlığı, „vatan hainliği“ olarak
       yorumlayan MHP’li lideri Bahçeli, partisinin içerisinden muhalefetin
       çıkması ve bununla birlikte kendi saltanatının sallandığını görmesiyle
       iktidarın adeta yedek tekeri konumuna geldi. Matematik dehası (!) Bahçeli
       bir danışıklı dövüşün fitilini ateşledi ve hemen akabinde baskın seçim
       kararı kamuoyuyla paylaşıldı.
       
       Seçim sürecinin başlaması, OHAL’in kaldırılması çalışmalarını da
       beraberinde getirdi. Ancak OHAL’in seçimler için uzatıldığı, teknik
       özellikleri bu minvalde yapıldığı malumun ilanı. TV kanallarının,
       gazetelerin kapatılması, cezaevinde tutuklu gazetecilerin bulunması, Doğan
       Medya örneğinde olduğu gibi medyanın satın alınarak, Erdoğan’ın basın
       bülteni gibi çalışan bir pozisyona sokulması ve özellikle tahta giden
       yolda, yol temizliği olarak okunabilir. Medyanın adaylara eşit mesafede
       durması, demokrasi için bir sine qua non olsa da, vergisi halk tarafından
       ödenen TRT başta olmak üzere anaakım medya Erdoğan’ın dışındaki
       Cumhurbaşkanı adaylarının seçim kampanyalarına yönelik üç maymunu oynuyor.
       
       Eşzamanlı bir şekilde 6 milyonun üzerinde seçmenin iradesi konumunda
       bulunan HDP’nin cumhurbaşkanı adayının tutuklu olarak kampanya yürütmek
       zorunda bırakılması ve diğer adaylara ekranlarda yer verilmemesi seçim
       sonuçlarının ne denli meşru ve demokratik (!) olduğunun nişanesi olacaktır.
       Biz verili enerjimizi seçimin güvenirliğine neşter vuran gelişmelere
       verelim. Yasal olup da meşru olmayan gelişmelere… Sandık taşıma, sandık
       birleştirme, mühürsüz oylar ve en önemlisi de silahlı kolluk kuvveti
       mensuplarının sandık alanına girmesine yol veren yasal düzenlemeler daha
       şimdiden şaibelere ebelik etmektedir.
       
       Kaldı ki bu sandık taşıma karar ve taleplerinin HDP’nin güçlü olduğu
       yerlere yönelik olması apaçık beyandır. Nihayetinde 1 Kasım seçimlerinde
       kolluk kuvvetleri, Kürt kent ve köylerinin birçoğunda seçimleri de facto
       gölgelerken artık de jure olacaktır; ki oldu da. Bölgede çalışan bir
       gazeteci olarak bunu 1 Kasım seçimlerinde hem gözlemledik hem de
       görüntüledik.
       
       ## Hedef HDP'yi baraj altında bırakmak
       
       İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Bölgede huzur ortamı sağlandı“ diye bas
       bas bağırması ile bölgenin 18 ilinden 270.000’i aşkın seçmenin bulunduğu
       sandıkların, güvenlik gerekçesiyle taşınması talebi arasındaki çelişki bir
       yana, çatışmalı süreçte yapılan 1 Kasım seçimlerinde bile mevcut taleplerin
       YSK tarafından reddedildiğini yad ettirmek elzemdir. Ayrıca taşınacak
       sandıklara seçmenin sağlıklı bir şekilde ulaşması zor ve meşakkatli
       olacaktır. Hali hazırda adım başı kurulan yol kontrol noktaları, GBT kimlik
       kontrolleri ve onca karakol, kalekol arasından geçmek büyük külfete mal
       olacak, zaman alacak, seçmeni de bir hayli korkutacaktır.
       
       Tüm seçim stratejisini HDP’yi büyük bir askeri cunta belası olan %10 seçim
       barajının altında bırakmak olarak kurgulayan iktidar partisi, kolluk
       kuvvetini bölgede bir baskı aracı olarak kullanacaktır. Seçim akşamı
       bilhassa bölge illerinde “kedi patlaması“ yaşanabilecek bir gelişmedir.
       Hedef göstermek gibi olmasın ama her seçim arifesinde yaptıkları gibi
       önümüzdeki günlerde HDP’li sandık görevleri ve müşahitlerine operasyonlar
       düzenleyeceğini tahmin etmek zor değil. Hal-i OHAL böyleyken, sandık
       güvenliği mevzusu seçimlerin ve toplumun en başat meşgalesi olmak
       zorundadır. Bu noktada HDP’yi dışlayarak iktidarın ekmeğine yağ süren
       Millet ittifakına iş düştüğü kadar sivil topluma, uluslararası kuruluş ve
       gözleyici heyetlere de iş düşmektedir.
       
       Ezcümle hedef ve silahların gölgesinde veya ağzımdan yel alsın hile hurda
       ile HDP baraj altında bırakılırsa, kendisini mutlak başarıya kilitleyen
       Millet ittifakının % 45 oy almasının bile sonuç açısından bir kıymeti
       harbiyesi olmayacaktır. HDP’nin % 9.9’a düşürülmesi asgari 65-70
       milletvekilinin AKP’nin potasına yazılması anlamına gelecektir. Seçim
       sonuçlarına gölge düşürecek, şaibe oluşturacak her türlü demokrasi ayıbına
       “Atı alan Üsküdar’ı geçti“ dedirtmemek için daha şimdiden karşı çıkmak ve
       halk iradesinin sandık sonucuna yansımasını sağlamak için tedbir almak,
       demokrasiye inanan herkesin sorumluluğundadır.
       
       ## Taz okurlarına mektup
       
       Sevgili taz gazete okurları,
       
       Gazetenizin büyük bir incelik, parmakla gösterilir bir dayanışmada
       bulunarak bana bu köşeyi ayırması ve emsalsiz bir fırsat tanımasına
       müteakip sizlerle düş ve düşüncelerimi paylaşma şansına erişmiş oldum.
       Ülkemiz Türkiye'de muhalif basın kuruluşları ve gazetecilere soluk alma
       imkanı verilmiyorken gazeteniz taz'ın sergilediği bu tutum şüphesiz takdire
       şayandır. Kıymetli huzurunuzda şükran borcumu bir kez daha sunuyor, Kürt
       gazetecilerine ve basın kuruluşlarına dair birkaç hususa değinmek
       istiyorum. Üniversiteden mezun olduğum 2012'de gazeteciliğe ilk adımımı
       atma gayesiyle merkezi Diyarbakır'da bulunan Dicle Haber Ajansı (DİHA)
       bürosuna gittim ve burada kurum yetkilileriyle görüşmeler gerçekleştirdim.
       
       O gün bana „Kürt basınında çalışırsan, sırf haber yaptığın için
       tutuklanabilir, hatta daha ağır bedeller ödemek zorunda kalabilirsin!“
       dediklerinde de bu söylemlerin bir „abartı“ olduğunu düşündüm. Keşke o
       ikazlar kof bir ikazdan ibaret olsaydı! Oysa o günlerde ben haber yazarken,
       KCK Basın Davası kisvesi altında tutklanan gazeteci arkadaşların mektupları
       büroya geliyordu. Bugün ise benim mektuplarım demir parmaklıklar arasından,
       tel örgüler ve beton yığınlarının kuşattığı A-49'dan size ulaşıyor.
       
       Bir asırdır katmerleşerek süregelen Kürt sorununa çözüm bulmak amacıyla
       başlatılan, lakin akamete uğratılarak „buzdolabına kaldırılan“ barış
       sürecinin sona erdirilmesi, başta İran ve Irak sınırındaki Kürt köyleri ve
       kentleri olmak üzere tüm bölgede topyekün hak ihlallerinin tavan yapmasına
       neden oldu. Bırakınız başlıca insan haklarını, yaşam hakkının dahi ihlal
       edildiği çatışmalı bir sürece girildi. Ben bu ihlallere fener tutmak
       hakikatleri görünür kılmak derdiyle bahsi geçen iki ülkeye sınırı bulunan
       memleketim Gever'e (Türkçesi Yüksekova) döndüm.
       
       Nerede gazeteciler hedef tahtasına koyulursa, biliniz ki orada gerçekler
       karartılmak, perdelenmek, saklanmak istenmektedir. Güvenlik endeksli
       politikanın devreye konulmasıyla, bölge gazetecilerden rafine edilmeye
       çalışıldı. Bu yüzden, yargı sopası bir yana, Kürt gazetecilerin kafasına
       kameraların önünde silah dayatıldı. Bu skandal, çetin geçmesi beklenen
       şehir operasyonları öncesinde bölgede çalışan tüm gazetecilere verilmiş
       bilinçli ve çıplak bir mesajdı.
       
       ## Mayınlı arazide kör ebe oynamak
       
       Bu bölgede gazetecilik yapmak, sesi kısılmak istenen ezilenlerin sesini
       duyurmak, mayınlı arazide kör ebe oynamak kadar tehlikelidir. Kamuoyunda
       ses getiren çarpıcı ve sarsıcı birçok haberden sonra mayına bastım:
       „Türk'ün gücünü göreceksiniz!“ Bir grup maskeli Özel Tim'in Kürt şantiye
       işçilerinin yüzükoyun yere yatırıp işkence edip „Ne yaptı lan bu devlet
       size?“ diye bağırdığı görüntüleri kamuoyuna servis etmemin akabinde tüm
       şimşekleri, tüm okları mıknatıs gibi üzerime çektim!
       
       Haber takip ederken sayısız kez tehdit edilmeme rağmen, haber yapmaya devam
       ettim. Gazetecilikte ısrar ettiğim için faili meçhul cinayetler ile meşhur
       olan JİTEM’in sosyal medya hesabında alenen ölümle tehdit edildim;
       “Kaldırdığımız her cenazeye sen misin? diye bakıyoruz.“ Buna ilişkin
       yaptığımız suç duyurularında hiçbir sonuç alamadık. Sokağa çıkma yasağının
       deklare edildiği bu kentte çatışmalar ve ihlaller hakkında haber yaparken,
       12 Mayıs 2016’da yere yatırıldım, üzerimde/sırtımda tepinilerek işkenceyle
       gözaltına alındım.
       
       „Gözaltında kaybedilme“ endişesine sebep olan gözaltı inkarından,
       kamuoyunun baskısı sonucu saatler sonra vazgeçildi. Ertesi gün tutuklanıp,
       13 ay boyunca iddianameyi bekledikten sonra tarafsızlığı ve bağımsızlığı
       tartışmalı bir mahkemedeki formalite yargılama süreci başladı. Aleyhimde
       beyanları bulunan tüm tanıkların işkence ve zor aygıtlarıyla, kendilerine
       birtakım kağıtların zorla imzalattırıldığını mahkeme huzurunda dile
       getirmeleri ve tüm gazetecilik faaliyetlerinin suç sayılması yargılanmanın
       vahametini göz önüne serdi. Dosyada somut tek delil bulunmazken hakkımda
       sekiz yıl dokuz ay hapis cezası veren mahkeme gerekçeli kararında itiraf
       edercesine şu ibareyi yazdı: “Rahatsız edici haberler yapmak.“
       
       „Gazetecilik faaliyetleri suç sayılmaktadır“ dediğimizde muktedirler bundan
       çok rahatsız olmaktadır. Gelin görün ki bana bu skandal cezayı veren
       mahkeme cezalandırma nedeni olarak, “rahatsız edici haberleri“
       göstermektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, birçok konuşmasında “Ülkemizdeki
       hiçbir gazeteci cezaevinde değil“ dese de ve cezaevlerindeki onca
       gazeteciyi adli suçlu olarak gösterip itibarsızlaştırma gayretine gitse de,
       ülkemizde salt gazetecilik yaptığı için 170’ten fazla gazetecinin
       cezaevinde olduğu gerçeğini değiştirmez.
       
       ## Gazeteler çıkmaya devam edecek
       
       “Rahatsız edici haber“ yapmanın faturasına akıllara zarar bir ceza ile
       kesilen gazeteci olarak, yerel mahkemenin bu kararını üst mahkemelere
       taşırken, bugün (31 Mayıs 2018) tarihi itibariyle 750 gündür tutuklu
       bulunuyorum. Sadece teknik bilgilerini verdiğim bu yazışmalarım, Kürt
       gazetecilerin maruz kaldığı haksızlık ve ödetilen bedellerin olsa olsa
       kısacık bir fragmanı olur. Zira son iki yılda başta Kürt basınının bel
       kemiği Özgür Gündem, günlük yayın yapan tek Kürtçe gazete Azadiya Welat,
       dünyanın ilk kadın haber ajansı JİNHA (Jin Haber Ajansı) ve muhabiri
       olduğum DİHA olmak üzere neredeyse tüm Kürt yayın organlarının kapısına
       kilit vuruldu.
       
       Ama onlarca Kürt gazeteci tutuklanmasına rağmen onların kalemlerine sarılan
       arkadaşları ve aydınlar tarafından Özgürlükçü Demokrasi ve Kürtçe yayın
       yapan Welat adlı iki gazete çıkarıldı. Bu kez de kayyım atanarak gazetenin
       kapatılması ve matbaaya el konulmasıyla, bu inatçı gelenek maziye gömülmek
       istendi. Özgür Gündem’in İstanbul’daki binası 3 Aralık 1994’te
       bombalandığında ben 4 yaşındaydım. O bombalamada gazete muhabiri Ersin
       Yıldız katledilirken, 23 gazete çalışanı da yaralandı. Ama ertesi sabah
       gazete yine de çıktı. Bugün işte gazetelerin çıkmasını engelleme pahasına,
       seleflerine rahmet okuturcasına, her yola başvuruyor günümüzün iktidarı.
       
       Çağdaş dünyada, yönetenler üzerinde bir denetim mekanizması, misyonu
       bulunan çok sesi, çok renkli medya vazgeçilmez olarak kabul görürken,
       ülkemizde medya peyderpey tek tipleştiriliyor, homojenize ediliyor.
       Medyanın tekelleştirilmesinin ilerde faşizm doğuracak kadar tehlikeli bir
       uygulama, politika olduğu sizlerin malumu. Faşizmin panzehiri, demokrasiyi
       yasamsallaştırmak adına dışarda hakikat peşinde koşan gazetecilerin ısrarı
       ve uluslararası bir dayanışma gösteren taz gazete’nin bu tutumu.
       
       Haber notlarından tutuklanan Zehra Doğan’a, yaşından katbekat fazla ceza
       isteten Ziya Atam’a, haber ve röportajlarına ceza kesilen Meltem Oktay’a,
       İdris Sayılman’a, Şerife Oruç’a, Beyhan Hacıoğlu’na, biz tutuklu Kürt
       gazetecilere gelecek adına umut aşılamaktadır. Hiçbir kalemin değemediği
       kelimelerle dahi tarif edilmeyecek kadar minnet yaratan bu zerafetinize
       karşılık, gazetecilikten imtina etmeyeceğimizi, diyeti ve bedeli ne olursa
       olsun hakikat arayışçılığından feragat etmeyeceğimizi bilmenizi istiyor,
       sizlere çok uzak diyarlardan kalbimizde biriken dirayetli sevgimizi ve
       özgürlük inancımızı yolluyoruz.
       
       22 Jun 2018
       
       ## AUTOREN
       
 (DIR) Nedim Türfent
       
       ## TAGS
       
 (DIR) taz.gazete
 (DIR) Özgürlükler
 (DIR) Köşe yazısı
 (DIR) taz.gazete
       
       ## ARTIKEL ZUM THEMA