# taz.de -- Adliye muhabirliği: Gazeteci davalarını haberleştirmek
       
       > Hakkında gizlilik kararı olmayan, kamuya açık bir davayı izleyeceğiz,
       > haberleştireceğiz. Salona girip bir haber yapmak kadar kolay değil mi?
       > Değil.
       
 (IMG) Bild: „Salon küçük“, „röportaj yapmak yasak“.
       
       Bu yazı siyasi ya da ekonomik bir iktidarın bir haberi nasıl engellediğine
       ilişkin bir yazı değil. Bu faşizmin, hak ihlalinin nasıl “sıradanlaştığına“
       ilişkin bir yazı.
       
       15 Temmuz darbe girişiminin “medya ayağı“ ayağı oldukları gerekçesiyle,
       Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak'ın ağırlaştırılmış müebbetlerle
       yargılandıkları davanın ilk beş duruşması aralıksız bir hafta sürdü. 19
       Haziran'da başlayan duruşmaların üçüne girdim. Diğer ikisine gitmeme
       sebeplerim arasında haber alma ve haber verme uğruna verilen “kapı önü
       kavgaları“ndan yılmış olmam.
       
       “Salon küçük “ ve “oturacak yer yok“ bahanesiyle basın mensuplarının
       mahkeme salonlarına alınmaması ilk değil. Ayrıca tabii ki sadece basın
       değil, izleyiciler, uluslararası gözlemciler ve hatta sanık yakınları da bu
       “uygulama“dan nasibini alıyor.
       
       Ama mevzu haber alma ve haber vermenin engellenmesinden çok
       “siyasallaşması.“ Eskiden beri, Anadolu Ajansı'nın İhlas Haber Ajansı'nın
       ve hatta Doğan Haber Ajansı'nın girebildiği davalar biz “muhalif“ ya da
       “alternatif“ medya çalışanları için erişilebilir değil.
       
       ## Haber yapmak o kadar kolay değil
       
       Bu yazıyı yazarken, 2011'de Oda TV davasının ilk duruşmasında “salon küçük“
       bahanesiyle çıkan arbedeyi hatırladım. O arbede aklıma her geldiğinde hala
       güvenlikçiden yediğim tekme yeri sızlıyor.
       
       Altan kardeşlerin ve Ilıcak'ın duruşması da aynı öyle bir gündü. Sabah saat
       10.00'dan beri bir grup gazeteci olarak İstanbul'daki Çağlayan
       Adliyesi'ndeyiz. Hakkında gizlilik kararı olmayan, kamuya açık bir davayı
       izleyeceğiz, haberleştireceğiz. Salona girip bir haber yapmak kadar kolay
       değil mi? Değil.
       
       Öncelikle adliyeye sık yolu düşen insanlar olarak “alıştığımız“ bariyerlere
       denk geliyoruz. Davayı kalabalık bir kitle izlemek istiyor. Aralarında çok
       sayıda uluslararası hak örgütü temsilcileri var. Çoğu Türkçe bilmiyor, bu
       nedenle çevirmenleriyle adliyeye gelmişler.
       
       Bir bakışta dışarıda kalacağımızı anlıyoruz. Çünkü daha önce kaldık. Önce
       “tatlı dili“ deniyoruz. Çeşitli koridorlarda farklı güvenlik görevlilerine
       “dert anlatmaya“ çalışıyoruz, olmuyor. Sonra dava sahiplerine yani
       yargılananların yakınlarına rica ediyoruz: “İzin verirseniz gazeteciler
       olarak önce biz geçelim. Aksi halde içeri alınmayacağız, haber
       yapılmayacak.“ Belli ki “herkes“ için Türkçe bilmeyen, dolayısıyla
       duruşmayı aktif şekilde dinleyemeyecek uluslararası heyetin ve onların
       çevirmenlerinin duruşmaya girmesi, gazetecilerin haber yapmasından daha
       önemli.
       
       ## Salona kimin girebileceği güvenliğin elinde
       
       Bunu, çevirmenlerden birinin “Senin mesleğin benimkinden daha önemli değil“
       demesinden anlıyorum. Kendisi eski bir gazeteciymiş, Sarı Basın Kartlı
       olanlardan. Ona mevzunun “benim mesleğim“ olmadığını “biz haber yapmazsak
       bu davadan kamunun haberdar olamayacağını“ anlatamıyorum.
       
       Sıra güvenlikçilere geliyor. Ana akım medyayı yahut “tanıdığı“ gazetecileri
       içeri alan güvenlik amiri, bizim gibi “tanıdıklarını“ ise “Koltuk
       düzenlemesi bana ait. İstediğimi alırım“ diye karşılıyor. Yani „yeni
       Türkiye“nin bir güvenlik amiri açık yargılama ilkesine kolaylıkla meydan
       okuyabiliyor. Hem de Savcılıktan gelen “görünmez“ talimatla! Başka bir
       güvenlik görevlisi kendisine tepki gösteren bir muhabiri duruşma salonunda
       “iteleyebiliyor“. Bir dakika bu eski Türkiye'nin de uygulaması olabilir. Ne
       de olsa devlette devamlılık esastır.
       
       ## Hak talep edeni yalnız bıraktığında
       
       Altı yıllık duruşma deneyimime dayanarak söylüyorum: Bu davalara ancak
       itiraz ederek, bağırıp çağırarak, inatla, geri adım atmadan talep ederek
       girilebiliyor.
       
       Peki bu şekilde barikatları aştığınızda ne oluyor? İçeri girebilmiş olan
       gazeteci, sanık yakını ya da sivil toplum temsilcisi “Siz kavga ettiğiniz
       için bizi bile içeri almayabilirler“ diyor.
       
       Bakın, işte can acıtan budur. Bir gazeteciyi, haber yapmak adına ağlatan
       budur. Hayatında bir gün adliyeye gelmiş bir kişinin, kendi “alanını“
       korumak adına tüm haber alma hakkını çöpe atmasıdır.
       
       Bunun sonucu ise yine elinde “minik“ iktidarlarını tutanlara yarıyor. Bu
       kavgadan bir iki saat sonra gazeteci iteleyen o “güvenlik görevlisi“ bu
       sefer tümüyle serbest ve hak olan adliye koridorunda (duruşma salonu değil)
       röportaj yapmayı “yasaklıyor“, yine o “Savcılıktan aldığı görünmez güç
       ile.“
       
       Her şeye rağmen biz yine kaldığımız yerden, Altan kardeşler ve Ilıcak'ın 19
       Eylül'deki altıncı duruşmasında, barikatları aşmak için adliye salonu
       kapısının hemen önünde bekliyor olacağız.
       
       *Bu yazı ilk olarak 19.06.2017 tarihinde [1][bianet.org]'da yayınlanmıştır.
       
       29 Jun 2017
       
       ## LINKS
       
 (DIR) [1] https://bianet.org/
       
       ## AUTOREN
       
 (DIR) Elif Akgül
       
       ## TAGS
       
 (DIR) Özgürlükler
 (DIR) taz.gazete
 (DIR) taz.gazete
       
       ## ARTIKEL ZUM THEMA