# taz.de -- Ece Temelkuran ile röportaj: „12 Eylül'de bugünkü deliliğin tohumları saklı“
> Yazar Ece Temelkuran ile Almanca'ya çevirilen „Devir“ romanı üzerinden
> zalimliğin ve mazlumluğun dönemden döneme devredilmesini konuştuk.
„Devir – Dilsiz Kuğular Zamanı“ romanının Almanca çevirisinin („Stumme
Schwäne“) ilk tanıtımını Köln'de yapan Ece Temelkuran ile konuştuk. 1973
İzmir doğumlu hukukçu, gazeteci ve yazar bu romanında 12 Eylül dönemini
farklı sosyal sınıflara ait iki küçük çocuğun gözünden anlatıyor.
## taz: “Devir“ romanını neden yazdınız?
Ece Temelkuran: Dünün mazlumunun bugünün zalimi olduğunu anlatmak için.
Bugün dünyada yaşayan birçok zalim veya güç figürü, mazlumluk söylemleri
kullanarak iktidara geldi. Tıpkı Türkiye'de olduğu gibi. Kitabın Türkçe
ismi bu yüzden „Devir.“ Mazlum ve zalim arasında sürekli bir devir var.
Mazlumluğu ve zalimliği birbirlerine devrediyorlar. Bu aptallaştırıcı,
sinir bozucu, kahredici bir döngü.
## Bu döngüde siz kendinizi nerede görüyorsunuz?
Ben ne zalim ne de mazlum olmak istedim. Çünkü yazı yazan bir insan zalime
de mazluma da aynı mesafeyle bakabilmeli. Onların hikayesini anlayabilmeli
ve anlatabilmeli. Ama tanıdığım birçok insan ya politik olarak zalimle,
yani iktidarla yan yana durdu, ya da kendi küçük çemberinde, küçük
hayatında zalim oldu. Hayat bu iki uçtan daha büyük ve daha zengin bir şey
diye düşünmek istiyorum.
## Peki neden özellikle 1980 darbesini anlatmak istediniz?
1980, zalim olanın zalimliğini unutturduğu bir zaman dilimi. Bu yüzden de
modern dünya tarihinin en başarılı darbelerinden biri. Kendi varlığını
unutturmuş bir darbe. Birçok insan o döneme dair ya hiçbir şey
hatırlamıyor, hatırlamıyormuş gibi yapıyor ya da hatırlamak istemiyor.
Halbuki o günlerde bugünkü deliliğin tohumları saklı.
## Unutma, unutturma neden bu kadar önemli?
Türkiye'nin tarihi unutmak üzerine kurulu bir tarih. Türkiye unutma
konusunda o kadar başarılı bir hale geldi ki, iki hafta önce olan olayı
unutuyoruz. Bu olayı iktidar bize başka şekilde anlattığında buna
inanıyoruz. Bu yüzden tarihin yeniden yazımına ve tarihle ilgili yalanlara
çok açığız.
## Unutmaya neden çok açığız?
Osmanlı'nın son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu travmalarla
dolu. Cumhuriyeti kuranlar haklı sebeplerle tarihi sıfırdan başlatıp „Bütün
bunları unutuyoruz, şimdi yeni bir hayat başlıyor“ demişler. Bir bakıma
hayat devam ediyor demek istenmiş, fakat hayat devam etmiyor. Anadolu'nun
coğrafi olarak tarihin başlangıcından beri geçip gidenler için bir köprü
olduğundan unutma konusunda çok becerikliyiz. 1980'i unuttuğumuz için biz
bugünkü şizofrenik durumla karşı karşıyayız.
## 12 Eylül döneminde yaşananlar günümüze devrediyor.
Evet, magazin haberlerinden siyasi haberlere kadar 1980 dönemi ile bugün
arasında o kadar çok benzerlik var ki, bir şeylerin sürekli tekrarlanmasına
tanık oluyoruz. Her kuşakta aklı başında, düzgün, yaratmak isteyen, iyi
niyetli, ilerici insanlar yok ediliyor, sürgün ediliyor, işkence ediliyor,
yok sayılıyor, öldürülüyor, kaybediliyor.
## Günümüzdeki şizofrenik durum derken neyi kastediyorsunuz?
Son günlerde yaşanan Avrupa krizinde şunu gözlemledik: Bir dolu çıldırmış
insan Avrupa sokaklarında bir şeyler yaptılar- ne yaptıkları belli değildi.
Sanki bir histeri krizi geçirildi. Türkiye dışarıdan hep delilerin yaşadığı
bir yer olarak göründü. Türkiye'deki akıllı, uluslararası hukukun ve adabın
ne olduğunu bilen insanlar susuyorlar. Çünkü öyle büyük bir delilikle,
banallıkla karşı karşıyayız ki, bunun karşısında dilsiz olmayı seçenler
var. Bu insanları üreten sistem 1980'de inşa edildi.
## Toplumu deliliğe sürükleyen en etkili aygıt neydi?
1980 döneminde bazı kelimeler yasaklanmaya başlandı. Dil yok edildiği için
bugün bu konuşamayan, derdini anlatamayan insanlar var. Bir ülkede dili yok
ederseniz tüm düşünce sistemini yok edersiniz. Herkes o dönemdeki
ölümlerden, işkencelerden bahsediyor ama daha önemli olan dillin yok
edilmesi. Dili yok etmek, düşünme faaliyetini sonlandırmak demektir.
## Dile müdahale hâlâ sürüyor…
Evet, ‚Osmanlıcalaştırma‘ ile. Özellikle 15 yıldır siyasiler bizim
bilmediğimiz bazı Osmanlıca ve Arapça sözcüklerle konuşuyorlar. Aynı
zamanda İslami referanslarla konuşarak siyasal ve toplumsal tartışmayı
başka bir yere taşıyorlar. Kuran-ı Kerim'den referanslarla, hatta tarikat
referanslarıyla seküler insanların katılamayacağı bir konuşma
başlatıyorlar. Bunun başlangıcı da 1980'dir. „Direnme“ sözcüğünün 1980'de
yasaklanması ve 2013'te Gezi ile tekrar ortaya çıkması çok ilginçtir
mesela. Kötülük de, iyilik de devrediyor. Eğer 2013'te Gezi olmasaydı, bu
romanı yazmazdım.
## Romanınızda çokça yer aldığı gibi şiddetin toplumda karşılık bulması
neden kaynaklanıyor?
Yığınlar kafa karışıklığını sevmezler, her şeyin tek tip olması onlara
huzur verir. Romanda yer alan transseksüel sanatçı Bülent Ersoy, sadece
devlet tarafından değil, toplum tarafından da avlanmaya çalışılıyor. Bunun
nedeni tek tipleşme. 1970'ler tüm renklerin görünmeye başladığı yıllardı,
ama sonra 1980 geldi. „Tüm renkleri yasaklıyoruz ve her şeyi griye
boyuyoruz“ dediler. Tıpkı 2013'te duvarlara yazılan yazıların gri boya ile
silinmesi gibi.
## Hikayeyi çocukların gözünden anlatmanızın özel bir nedeni var mı?
Çocukların bakışı berrak. Korkuları ile gerçekliği değiştirmiyorlar.
Büyüklerse korkuları ile gerçekliği değiştirmeye, kabul edilebilir hale
getirmeye çalışıyorlar.
## Yani kötülüğe özellikle yetişkinler alışıyor.
Gaflet uykusu insanın en sık yaptığı şeydir tarih boyunca. Örneğin Almanlar
bunu İkinci Dünya Savaşı sırasında yaptı. Başka toplumlar da başka
şekillerde yaptı. „Daha kötü olamaz herhalde“ diye beklemek ve daha
kötüsünü görünce bir kere daha daha kötüsü olamaz diye beklemek… Şimdi bunu
Trump konusunda Amerikalılar yapıyor, „Herhalde bir duvar örmeyecektir“
diyorlar. Ama örecek ve senin buna cevabın ne olacak? Eğer „yapmaz“ diye
cevap veriyorsan, yönünü kaybetmişsindir.
## Kitabınızdaki Sevgi ve Aydın karakterleri kendi konumlarını korumaya
çalışan iki karakter. Bu karakterlerin genel olarak Türkiye orta sınıfını
temsil ettiğini söyleyebilir miyiz?
Evet, sadece Türkiye'de değil tüm dünyada tipik birer orta sınıf insanı
olduklarını söyleyebiliriz. Kendini, çocuğunu korumaya çalışan, bu yüzden
hayatı başka türlü yaşamaya başlayan insanlar. Orta sınıf zaten böyle bir
şeydir. En büyük arzusu güvenliktir ama güvenlik arzusu insana bazen çok da
ahlaki olmayan şeyler yaptırabilir.
## Türkiye hayati bir süreçten geçiyor. Size göre orta sınıfın bu sürece
verdiği tepki ne?
Artık Türkiye'de güvenli, politika dışı bir alan kalmadı. Artık kimse kendi
küçük hayatını koruyamayacak. İnsanlar bunun farkında ve buna göre plan
yapıyor; gitmek, ya da kalıp mücadele etmek. İnsanlar bir şey yapmak
zorunda olduklarının farkına varıyor. Orta sınıfın rahatını bozacak,
güvenlik duygusunu sarsacak bir şey olduğunda zaten ülkelerdeki rejimler
değişir.
## Alman okuyucu „Devir“ romanından ne beklemeli?
Türkiye'den Almanya'ya ilk işçi göçünün ardından, özellikle de 80 döneminde
büyük bir entellektüel, aydın akını oldu. Şimdi de oluyor. Her şey sadece
Türkiye için değil, Almanya için de devrediyor, bu yüzden bu kitabın önemli
muhataplarından biri Almanya.
## Son olarak „Devir“deki ‚Kuğu‘ neyi temsil ediyor?
Güzel ve zarif olan, yaşamamıza yarayan her şeyi temsil ediyor. Güzel olanı
yaratmak ve yaşamaktaki inadı ve ihtiyacı… İnsanlar bana „umut var mı“ diye
soruyorlar. Önemli olan umudun olup olmaması değil, çünkü umut yitebilir
ama insanın içindeki güzeli yaratma ihtiyacı ve inadı bitmez.
31 Mar 2017
## AUTOREN
(DIR) Sibel Schick
## TAGS
(DIR) taz.gazete
(DIR) Kültür
(DIR) taz.gazete
(DIR) taz.gazete
## ARTIKEL ZUM THEMA